Diyarbakır demek Ankara demektir. Edirne demek İstanbul demektir. Edirne neden İstanbul’dan önemlidir? Düşman Edirne’yi alırsa İstanbul’a girmiş olur da onun için. Edirne, hattı müdafaadır. Vatan ise sathı müdafaadır. Diyarbakır giderse Ankara düşer. Titanlar gibi iç Anadolu’ya hapsedilmiş oluruz.
\r\n\r\nAnkara’nın başkent olması tesadüfî değildir. Türkiye’nin göbeğinin kesildiği bir yer. Türkiye’nin kalbi. Türkiye’nin beyni. Doğuda dokuz il BDP’nin eline geçti. Belediyeler, o illerin devleti demektir. Devir teslimler kandilden canlı bağlantılarla yapıldı. Tek kan akmasın, analar ağlamasın da dağdan insiler. Bu iş pkk’nın da hoşuna gitti. Dağdan şehirleri ele geçirmek zordu. Şimdi çok kolay. Seçim olur, sandıklar dolar. Belediye başkanlıkları, milletvekilleri bir bir alınır. Güney doğuda dokuz şehirde siyasi hâkimiyet kuruluverir. Sıra para basmada, bayrak asmada, ordu ve polis teşkilatı kurmada mı demeden edemiyor insan. Özerklik, otoman bölge derken sonrası malum. Girit adasının Osmanlının elinden açılımdır,yeniliktir,yerli yönetici atamadır derken çıkışı gibi doğu ve güney doğu bölgesi de bir parçalanma süreci içine girebilir.BDP’nin geçen seçimlerde Ağrı da dahil dokuz ilin belediye başkanlığını alması küçümsenemeyecek bir başarı olarak değerlendirilebilir.Önümüzde cevaplanması gereken iki soru var?
\r\n\r\n-Süreç, ayrılıkçı, ayrıştırmacı çizgide mi sürecek yoksa; Ülkenin bölünmez bütünlüğü içinde, bütün renklerimiz, etnik çeşitliliğimiz ile “kesret içinde vahdet” prensibiyle, vatanın bölünmez bütünlüğü doğrultusunda mı gidecek?
\r\n\r\n-Silah bırakılarak dağa çıkışlar azalarak örgüt tasfiye mi olabilecek?
\r\n\r\nSon gelişmelere bakılırsa PKK’ya katılımlar zirve yapmış. Dağılma yerine, daha da güçlenerek, uluslar arası askeri ilişkilerle meşrulaşama çabası içindedir.
\r\n\r\nIrak’da PKK, Suriye’de PYD derken Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde it dalaşı, şeytan telaşı gözlemlenmektedir. Son günler IŞİD’in saldırılarıyla her gün Türkiye’ye yüz binlere varan insanın sınırdan giriş yapması kaygı ile izlenmektedir. Yerel yöneticilerimiz savaşın ağır yükünü en az Suriye kadar çekmeye başlamıştır. Acil ve ambulans hizmeti veren ülkemiz savaşın getirdiği ağır ekonomik yükü nereye kadar çekebilir bilinmez. Sınırlarımızdan kolayca geçiş yapan Suriyelilerin kontrolü ve takibi kolay değil. Savaşın mazlumlarının yanında, hapishane kaçkınları, terör artıkları, casuslar, mafya ve kaçakçılar gibi birçok illegal hareketlerin militanları da ülkemize giriş yapabilmektedir. Suriye’nin kozmopolit demografik yapısı, bugün yaşanan kaos ve kargaşa zemini doğurduğu gibi Türkiye’ye akın eden Kızılbaş, Yezidi, Süryani, Ermeni, Harici ve Dürzü gibi etnik grupların çok geçmeden, Türk halkı ile yamuk ve aykırı taraflarının çatışma kültürünü doğurması kuvvetle muhtemeldir.
\r\n\r\nBu nedenle Türkiye’nin, sınırda BM destekli tampon bölge oluşturulması fikri çok gerçekçi ve ülkemiz menfaatlerine de uygun bir yaklaşım olarak görülmektedir.
\r\n\r\nSuriye gibi yerlerde Osmanlı’dan arta kalan ırkdaş ve dindaş halklara tarihi sorumluluğumuzu yerine getirirken, vatan topraklarımızın da herkese kolayca açılmaması, devletimizin ekonomisini sarsacak, yardımı aşacak nitelikde ilgi ve alakaya da fazla kapılmamak gerekir. Yardım edelim derken yardım edilecek duruma düşülebilir. O zaman da Suriye’yi savaşla batıranlar, Türkiye’yi de savaşın yıkımı ile yıkabilirler. “Gereksiz merhamet cinayettir” demiş Ömer Seyfettin. Hem de kendi kendimize bir cinayet… Herkes kaderini yaşar. Tarih bir anlamda anaların ağlama tarihidir. Malesef dünyanın zenginlik kaynaklarına saldıran emperyalist güçler kan ve gözyaşı dökmekten ve döktürmekten çekinmemektedirler. Gücümüz olsa da sınırlarımızdaki sorunu oraları fethederek çözebilsek. “İstiyorsak sulhu salah cenge hazır olmalıyız.”
\r\n\r\nSınırları koruyamazsak, sınırsız özgürlük isteyenler çok geçmeden askere taş değil, kurşun atabilirler. Ne demişler: “Besle kargayı oysun gözünü”.
\r\n