İstifade nedir? İstifa nedir? Önce kelimelerin anlamları üzerinde kısa bir fikir turu yapalım da, ardından yazı başlığındaki konu hakkında görüşlerimizi açıklarız.
\r\n\r\nİstifade, bir şeyden faydalanma, yararlanma, yarar sağlama manasına gelir. Tabi yalnızca bu manaya gelmez. Bir de anlayıp öğrenme, bilgisini genişletme, bir bilenin bildiklerinden yararlanma manası da vardır. Bizim yazımızda, “istifade edenler istifa etmezler” derken, elbette, istifadenin birinci anlamını, yani “bir şeylerden yararlananlar istifa etmez” demek istiyoruz. Gelelim istifanın ne olduğunu açıklamaya. İstifa, bir işten affını dileme, azlini, bağışlanmasını istemek ve bir işten, bir görevden kendi isteğiyle çekilmektir.
\r\n\r\nEvet, yukarıdaki paragrafta istifade ve istifanın ne olduğunu kısaca açıkladık. Şimdi gelelim sadede ve asıl anlatmak istediklerimize.
\r\n\r\n“Bu Ülkede, yüksek makam ve görevlerde bulunanlar nedense istifa etmezler.” (Bu durum yalnız bugüne ve bu döneme ait bir durum değildir. Yıllardır bu böyledir) Şimdi, “yüksek makam ve görevlerde bulunanlar durup dururken niye istifa etsinler ki” diye sorabilirsiniz. Zaten, biz de “durup dururken istifa etsinler demiyoruz ki” yeri ve zamanı geldiğinde istifa etsinler diyoruz. “Yeri ve zamanı ne zaman gelecek” diyebilirsiniz. Ona da cevabım hazırdır. İstifa, bir müessesedir. İstifa, o işi ve görevi daha iyi yapacaklara bir yol açmadır. İstifa, fırsat vermedir. İstifa, bunlardan da öte vicdanî bir yükümlülük, insani bir sorumluktur.
\r\n\r\nTabi bu yazdıklarım, peşpeşe sorular akla getiriyor. Adamın bir sorumluğu ve maddi anlamda bir kusuru yoksa, manen ve vicdanen neden sorumluluk duysun ki? Evet, sorular zorlaşıyor ve cevapların da elbette daha teferruatlı ve daha kapsamlı olması gerekiyor.
\r\n\r\nŞimdi, maddi sorumluluk ve vicdani yükümlülük üzerine fikir geliştirme zamanıdır. Bir yerde bir olay olduğunda, hukuken, maddi sorumluluk içinde olanlara ilk hesap sorulur. Bunda kimsenin bir tereddüdü olamaz. Vicdani yükümlülük, maddi sorumluluk içinde olanları kapsadığı gibi, silsile içinde, A’dan Z’ye, tepeden tırnağa herkesi kapsar. Açıkça şunu demek istiyorum. Vicdani yükümlülük maddi sorumluluktan daha geniştir. Meramımızı bir misalle anlaşılır kılmak gerekirse, bir yerde, bir baraj yapımında gerekli tedbirlerin alınmadığını ve barajın sağlam yapılmadığını, bu yüzden yıkıldığını ve her tarafı su bastığını, civar köylerde onlarca insanın ve hayvanın yaşamını yitirdiğini düşünelim. Elbette ilk sorumluluk o barajın kapağını ve istinat duvarlarını sağlam olarak yapmayanlaradır. Bunun yanında gerekli denetim görevini yapmayanlar da maddi açıdan ve hukuk karşısında sorumlu tutulurlar. Bunlarda bir ihtilaf ve tereddüt yoktur. Bu silsilede daha üst mercilere gidilerek kimler sorumluysa belirlenebilir. Buna mukabil, o barajın yapım ve kontrol silsilesinde olmadığı halde, sırf planlamasında görev alan bir yetkili maddi sorumluluk içinde olmadığı halde, vicdanen şunu düşünebilir: “Keşke, o barajı, o köylerin olduğu bölgeye değil de, başka bir bölgeye ve civarında hiçbir köyün olmadığı bir alana planlamış olsaydık. Bunlar meydana hiç gelmezdi” diye düşünebilir. Bu düşünce “vicdani bir düşüncedir.” Tabi, herkes bu kadar hassas düşünmez ve “ne yapalım Kardeşim, ben planımı yapmışım, Mühendisler ve İşçiler sağlam yapsalardı, denetçiler de tam kontrol etselerdi” diye düşünen plancılar da olabilir. Şimdi, birinci şekilde düşünenler hassas ve nazik bir düşüncedir. İkinci düşünce ise düz mantıkla duyarsız bir düşüncedir. Gelelim kritik noktaya. Şimdi baraj plancılarından birisi bu olaydan manevi mesuliyet duysa, “artık bu baraj plancılığı işinden çekiliyorum” dese vicdani bir yükümlüğü yerine getirmiş olur. Çok hassas ve çok nazik düşünmüş olur.
\r\n\r\nEvet, istifa müessesi çok nazik ve çok hassas bir düşünce gerektirir. Bir işten, bir makamdan, bir görevden çekilmek için illa da maddi açıdan sorumluluk gerekmez. Bu iş vicdani bir husustur.
\r\n\r\nAnlatmak istediklerimizi daha da somutlaştırırsak, herhangi bir Ülkede sık sık iş kazaları ve sık sık maden kazaları oluyor ve işçiler hayatlarını yitiriyorsa, birilerinin “ben tedbir aldım, gereğini yaptım” deme gibi düz mantıkla duyarsız düşüncesi de olabilir, hassas ve nazik bir düşünce ile, “bu kadar olay peşpeşe oluyor, bu kadar işçi can veriyor. Her ne kadar da maddi bir kusurum ve hukuki bir sorumluluğum olmasa da, artık bu olayların manevi mesuliyeti beni rahatsız ediyor, benden daha iyi bu görevi yapacak birisi gelsin, bu işi yapsın” noktasında da olabilir. İkisi de mümkündür. Bir yetkili kişi, bu iki seçenekten birincisini yani düz mantıkla duyarsız olanını tercih ediyorsa, insanın aklına, bu sefer, şu iki seçenek geliyor: 1- O görevi kendisinden daha iyi yapacak birisi yoktur. Buna can-û gönülden inanıyordur. Ondan o makamı ve görevi bırakmıyordur. 2- Makamın ve görevin imkanları ve nimeti tatlı geliyor. Bu nimetlerden istifade etmeyi tercih ediyor ve istifayı tercih etmiyordur. Neticede, nefsine mağlup olarak, vicdanını bastırmaya çalışıyordur. (Yukarıda “birileri” yazdık. Millette merakta kalmasın bu birilerinin kim olduğunu da yazalım bari: Bakanından Müsteşarına, Müsteşarından Genel Müdürüne kadar, olaylardan ve kazalardan madden sorumlu ya da madden sorumlu olmasa da vicdanen yükümlü herkestir)
\r\n\r\nÇok fazla söze gerek yok. Yerimiz dar. Yazımızın hacmini artırıp da okunmasını zorlaştırmayalım. Anlayan anladı.
\r\n\r\n“İstifade edenler, istifa etmezler.” Vesselam.
\r\n