İMAN MI? İMAJ MI?


Yazımın başlığında geçen “iman mı, imaj mı?” sorusunu duyan bir mü’min hemen gerilir ve “ne oluyor?” “Bu nasıl soru?” “Elbette iman” der ve çıkar işin içinden. Bir de göğsünü kabartarak “elhamdülillah Müslümanız” der. Bu cevap karşısında Biz de elbette “eyvallah” deriz.

Esasında, bu yazıda maksadımız şudur: Ayrıntılı düşünmek ve “selin içerisindeki bir kütük gibi sürüklenmemek.” Hayatta “iman mı, imaj mı” diye sormakta ve düşündürmekteki maksadım budur. Ayrıntılı düşünmek ve dik durmak. Müslümanca duruş içerisinde olmak. İşte bunları esas alarak “iman mı? İmaj mı? diye soruyorum.

Öncelikle şunu net olarak belirteyim, “iman ve imaj” birbirinin zıttı (karşıtı) değildir. İmanın zıttı küfür, imajın zıttı doğallıktır.

İmaj, olduğundan farklı görünmektir. İmaj, özden çok sözü, içten çok dışı, ruhtan çok bedeni, muhtevadan çok şekli, mazruftan çok zarfı, siretten çok sureti, asıldan çok görünümü öne çıkarmaktır. İmaj, perdenin arkasını değil de perdenin önüne dikkatleri yoğunlaştırmaktır. Bir duvar boyası imajdır, duvarın içindeki harç ve beton ise asıl olandır. Bir tiyatro sahnesinde dükkan görüntüsü veren kıytırıktan çerçeveler imaj, orada dükkanın olmaması ise bir gerçektir. Bir kıraathanede çay ocağının olduğu bölüme yerleştirilen süslemeler imaj, çay ocağında kaliteli mi, kalitesiz mi çay kaynatıldığı asıldır.

Eşyalardaki ve mekanlardaki imajın, eğer içerik de bir sorun yoksa, herhangi bir mahzuru yoktur.

Buna karşılık, kişilerin imaj çabasında durum aynı değildir. Bir kişi, işi imajla götürmek istiyorsa, imajla üstünlük sağlamak istiyorsa, işte burada mesele başlar.

İmaj, bir kişide olmayan şeyi dikkatlerden kaçırarak başka bir görüntüyle başkalarını aldatmak maksadını taşıyorsa, mesele var demektir. Bu noktalar itibariyle imaj esasında bir yalandır. Müslümanın bu durumda imajla işi olmaz.

“Müslüman, gerçeklerle yaşar, sahte görünümle değil asıl olan kendi haliyle insanların karşısına çıkar.”

Şimdi, bu sözüme karşılık bazıları şu serzenişlerde bulunabilir:

“Bir yazarın kitabının çok satılması için, entel havası vererek elinde bir pipo ile resim çektirmesinde ne mahzur olabilir?”

“Bir politikacının oyunu artırmak için, bazı kesimlere şirin görünmek maksadıyla plajda şort ile dolaşmasında ne sakınca olabilir?”

“Bir kişisel gelişimcinin kendisini daha bilgili gösteriyor diye, profesör sakalı (keçi sakalı) bırakmasında ne gibi mahzurlar vardır?”

Bu yazıda ileri sürdüğüm görüşlerime karşı birçok serzeniş ve itiraz olabilir. Ancak ben bu yukarıda dile getirdiğim üç soru ve serzeniş için tek bir cevap veriyorum:

“Niyetleriniz mühimdir. Niyetleriniz olduğunuzdan daha farklı bir hava vermek ve kişileri bu suretle aldatmak ise, işte o imaj zararlıdır.” Ve bu noktada “iman mı, imaj mı?” sorusu gündeme gelir.

Benim imanım, “kişilerin başkalarını aldatacak şekilde farklı görüntüler içerisinde olmasını doğru bulmuyor.” Ben de bu imanımla zaten, (Allah’ın izniyle) bu tür imajlar içerisinde olmamaya büyük titizlik ve dikkat gösteriyorum.

Allah (cc) bizleri imaj uğruna, imanını hiçe sayanlardan eylemesin. Amin.

Biz ezelden beri, “ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” ilkesine inanmışız. Biz Mevlana misali iç ve dış görünüşü, ruh ve beden bütünlüğünü kendimize şiar edinmişiz. Biz Yunus Emre gibi “ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, boş yere okumaktır” ikazına kulak vermişiz. Önceliği “kendimizi bilmeye” adamışız.

Sevgili Peygamber Efendimiz (asm), “mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır” buyurmaktadır. Yine Sevgili Peygamber Efendimiz (asm), “başkasının sana yapmasını istemediğin bir davranışı sen de başkasına yapma” diyerek bizleri ikaz etmektedir.

İmaj noktasında bu hususlara dikkat çektikten sonra, şu hususu da belirterek yazıma son vermek istiyorum:

İmaja şahsi çıkarlar için değil, ancak Millet adına, Toplum adına bir iyilik ve fayda elde etmek için izin verilebilir. Bu nokta itibariyle, niyetimiz Toplumsal fayda ve Millet menfaati olduğu müddetçe, elbette imajda mahzur yoktur. Mesela, savaş için imajda bir mahzur yoktur. Savaş zaten baştan sona hiledir. Biz de asırlardır düşmana mehter marşının vermiş olduğu imajla (gösteri ve heybetle) korku vermişizdir. Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) Mekke’yi fethetmek için gece orduyu konaklattığında, binlerce ateş yakılmasını emretmiştir. Mekkeli müşrikler, gece vakti yanan o ateşleri gördüklerinde yüz binlerce askerin kuşattığını sanmışlardır. Bu kadar askerle baş edemeyeceklerini düşünerek sabah olduğunda kendiliğinden teslim olmuşlardır.

Evet, sözü uzatmaya gerek yok. Normal zamanlarda imaja gerek yok. İmaj savaş zamanlarında düşmana karşı kullanılır. O imaj da, imandan gelir. Vesselam.

Ahmet SANDAL