MAHALLE KÜLTÜRÜNÜ TEKRAR YAŞATMAK VE YAŞAMAK


 

Mahallemiz vardı bizim eskiden. Çocukluğumuzun anılarıyla dopdolu mahallemiz vardı bizim. Bir uçtan bir uca soluksuz koştuğumuz. İt kovaladığımız. Kedi köpek beslediğimiz. Sokaklarında deveme çevirdiğimiz, bulloom oynadığımız, çelik-çomak attığımız, iki taş koyup kale yaparak futbol maçı yaptığımız mahallemiz vardı. “Deveme” dediğim topaç ve “bulloom” da bizim Pazarcık’ta saklambaca benzer bir oyunumuzun adıdır.

Mahallemizde sırf bunlar mıdır anılarımız? Elbette hayır.

Mahalle kültürünün mevcut olduğu o eski yıllardan bugüne daha nice nice anılarımız var bizim. Siz hiç ceplerinize taş yığarak, ellerinize sapan alarak bir mahalleden diğer mahalleye adeta savaşa gider gibi, kavgaya gittiniz mi? Biz gittik. Biz bir mahalle, onlar başka mahalle. İki mahalle çocukları iki mahallenin sınırı sayılacak bir yerde mevzii alır ve birbirimizi taş yağmuruna tutardık.

Mahallede kendi kendimizi ürettiğimiz tel arabayı, tahta arabayı çamur yollarda bir oraya, bir buraya sürerdik.

Mahalle bir kültürdür. Mahalle bir hayat alanıdır. Mahalle bir yuvadır.

Nerede kaldı şimdi mahalle kültürü, nerede kaldı o eski mahalle ruhu. Şimdiki insan şehrine sahip çıkmıyor ki mahallesine sahip çıksın. Belki de mahallesine sahip çıkmadığı için şehrine de sahip çıkmıyor. Bir şehri sahiplenmenin ve bir kenti korumanın yolu mahalleye sahip çıkmaktan geçer. Mahalleden başlar kentlilik ve şehir ruhu.

Mahalle dediğimde benim gözümün önüne, İslam’ın çerçevesini çizdiği ve Osmanlı’nın konumlandırdığı bir yerleşim alanı geliyor. Mahalle dediğimde, en merkezinde camii olan ve hatta en eski ve en merkezdeki camiin ismi de genellikle “Ulu Camii” diye adlandırılan bir yerleşim yeri gözümün önüne geliyor. Osmanlı’da, yani bizim kültürümüzde camii etrafında gelişir mahalle. Bir camii ya da birkaç camii etrafında gelişen mahalledir bizim hedefimiz. Bizim mahallelerde camii olur ve camiin avlusunda hazire dediğimiz yerde birkaç mezar bulunur. Eski ve tarihi mezardır bunlar. Bizim mahallelerimizde kabristan bulunur. Mahalle kabristanını görerek ve hayatının faniliğini ruhlarına yedirerek büyür tüm çocuklar. Ne kabristanı, ne de ölümü hatırlamayan ve gündeminde tutmayan toplumlarda her türlü rezalet ve her türlü merhametsizlik meydana gelir.

Bizim mahallelerimizde uzun uzun servi ağaçlarının sağlı-sollu sıralandığı yollar vardır. O yollarda yürümek ve o yollardan geçerek gitmek huzura götürür insanı. Bizim mahallelerinin yolları taşlarla döşenmiştir.  Taşlarla kaplı sokaklardan cumbalı ve bahçeli evlere ulaşırsınız. O evler ki avlusuna girdiğinizde ayrı bir ferahlık ve içerisinde girdiğinizde ayrı bir huzur bulurdunuz

Mahalle kültürünü tekrar canlandırmak ve eski mahalle kültürünü tekrar yaşatmak zorundayız. Selamsız sokakları, tekrar, eskiden olduğu gibi, bir baştan bir başa “Esselamûnaleyküm”, “ve aleykümselam” nidalarıyla yankılandırmak gerekir. Sokaklarında ne kadar fazla “selam” sözleri yankılanırsa, o toplum, o kent o kadar medenidir. Selamsız sokaklar yabani ve vahşi sokaklardır.

Bizim mahallelerde eskiden insanlar gelip geçtiği yerde karşılaştığı insanlara “Allah’ın selamı” ile seslenirlerdi. Şimdi sokaklarda selam azaldı. Hatta insan selam vermeye dahi korkar oldu. Biz bu kadar mı vahşileştik ki, birbirimize selam vermeye çekinir ve korkar olduk. Nedir acaba sebebi?

Hepimizi Allah yarattı ve biz, “Yaratıcımızın selamını vermeye korkar olduysak”, bizim kullar ile irtibatımızdan önce Yaratıcımız ile irtibatımız kopmuş demektir. Allah korusun. Bir insanın Yaratıcısı ile irtibatının kopması, en büyük felakettir, en büyük afettir.

Afet denildiğinde, felaket denildiğinde aklınıza deprem, sel, fırtına, toprak kayması, yangın ve benzeri olaylar geliyor ve korkuyorsunuz değil mi? Bu korktuklarınız yanında, bir insanın Allah ile irtibatının kopması daha da dehşet bir felakettir. Allah ile irtibatı kopan bir insan en tehlikeli, en dehşetli ve en vahşi mahlûktur. İşte şehirlerin tehlikeli, yaşanmaz ve korkunç hale gelmesinin sebebi de budur.

Bir mahallede, bir şehirde ne kadar çok merhametli ve Allah ile irtibatı sağlam insan varsa, o mahalle, o kent o kadar güvenilirdir. Bunun aksi olursa, yani bir mahallede, bir şehirde Allah ile irtibatını koparmış ve vahşileşmiş ne kadar insan çoksa, o mahalle, o şehir tehlikeli ve korkunç bir yerdir. Allah böyle bir durumdan bizler muhafaza eylesin. Ancak şurası da bir gerçek ki, artık şehirlerimiz ve mahallelerimiz çok güvensiz.

Mahallelerimizin ve şehirlerimizin güvensizliğinin nedeni, hem Allah ile ve hem de çevresi ile bağlarını koparmış “adeta serseri mayın gibi dolaşan” mahlûkların çokluğundandır. Şimdi diyeceksiniz ki, mahalle bağlarının kopmasından bahsediyorsunuz, “adamın aile bağı yok ki, mahalle bağı olsun.”

Evet, son belirttiğimiz husus, bir mahalleyi ve bir şehri şekillendiren en önemli hususlardan birisidir. Mahalle ve şehir ile aile bağları arasında da yüksek bir ilgi ve birebir bir sebep-sonuç ilişkisi vardır. Aile bağları sağlam ve aile sevgisine sahip bir toplumda mahalle de tam bizim istediğimiz şekilde gelişir.

Bu yazı boyunca dikkat ettiyseniz hep bir sebep-sonuç ilişkisi kurdum. “Kul ile irtibatlı kullardan önce Allah ile irtibatlı kullar” dedim, “mahalle ile bağlarının sağlamlığından önce aile bağlarının sağlamlaştırılmasından” bahsettim. “Mahalle kültürünün sağlam olması beraberinde şehir kültürünü de sağlamlaştırır” diye tesbitlerde bulundur.

Özetinin özeti şudur: “Önceliğe dikkat edin. Bir hususta öncelik neyse onu gerçekleştirin, ardından gelmesi gereken kendiliğinden gelir.” Siz Allah ile sağlam bağları olan insanlar yetiştirin, onların kullar ile bağları da sağlam olur. Siz aile bağları yüksek nesiller yetiştirin, onların mahalle bağları da yüksek olur.

Özellikle son birkaç yıldır, Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızın “mahalle kültürünün yeniden şehir hayatının merkezine alınması ve bu noktadan hareketle şehirlerimizin geliştirilmesi”          yönünde kararlar aldığını ve çalışmalar başlattığını müşahede etmekteyiz. Bu kararlar ve çalışmalar şahsımızı ve Milletimizi umutlandırmaktadır. Haydi hayırlısı olsun.

 

Ahmet SANDAL